Eğitim Yazıları

Siz hiç annenizi öldürmeyi düşündünüz mü? 
Biliyorum garip bir soru oldu. Soruyu okuyan birçok insan gibi sizde, “deli miyim ya?” diye düşündünüz. “İnsan annesini öldürmeyi düşünebilir mi? Bu ne saçma bir soru” dediğinizi duyar gibi oldum. Geçen yıl bir dostumla birlikte, “Çocuklarda ve okullarda şiddet” konulu bir kitap çalışması yapmaya niyetlenmiştik. Her ikimizin de yoğunluğu sebebiyle bir araya getirdiğimiz notlar yarım kaldı. O zamanlar derlediğim notları zaman zaman köşe yazısı olarak yayınlıyorum. Bu aralar “şiddet” konulu bir yazı yazmaya hiç niyetim yoktu aslında. Aynı gün, haber7.com sitesinde, iki kez üst üste “anne cinayeti” haberlerini görünce bu yazıyı yazma gereği duydum. İlk haber Konya’dan; Konya’da bir kadın, kızı tarafından boğazı ve kolları kesilerek öldürüldü. Görgü tanıkları kadının kafasının gövdesinden ayrılmış halde bir kutu içinde bulunduğunu bildirdi. Polislerle birlikte eve giren apartmanın kapıcısı Ömer Boztepe, gördüklerini şöyle anlattı: ”Annenin cesedi karyola ile dolabın arasında duruyordu ve başı yoktu. Sebahat hanımın başını bir kenarda duran kutunun içinde buldular. Ayrıca kadının elleri ve bilekleri de bıçakla kesilerek vücudundan ayrılmıştı. Annesini öldüren kız odada gülüyordu, dengesini yitirmiş gibiydi.” Hepimiz zaman zaman anne veya babamızla problemler yaşarız. Tartışmalarımız olur. Ancak bir insan annesini boğazını keserek öldürür mü? Anne veya babanızla yaptığınız tartışmalar sırasında onları öldürmeyi hiç düşündünüz mü? Bu haber için “Cehalet işte!” diye düşünüp ciddiye almayabilirsiniz. “Eğitim şart” veya “Haydi kızlar okula!” gibi slogan veya kampanyaların ne kadar gerekli olduğunu da düşünebilirsiniz. Bence mesele bu kadar basit değil. Bu haberle aynı gün içerisinde yayınlanan diğer haberin kahramanları “eğitimsiz” insanlar değil ki! İkinci haberde, Hukuk fakültesinde öğrenci olan bir genç kız, Profesör olan annesini, boğazını keserek öldürüyor. Ankara Beykent’teki evlerinde tartıştığı annesi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve fakültenin eski dekan yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Olcay Tiryaki Aydıntuğ’u, bıçaklayarak öldüren Hukuk Fakültesi öğrencisi (kızı) Başak Aydıntuğ olduğu anlaşıldı. Bu yazıyı hazırlarken bir haber taraması yaptım. Karşılaştığım haberler insanın içini karartacak kadar kötü. Annesini dövenler, babasını bıçaklayanlar, annesini boğanlar, babasını evden kovanlar… * * * * * * Bu haberleri okuyunca annem geldi aklıma. Acaba annemle en son ne zaman ciddi kavga ettim (tartıştım) diye düşündüm. Ufak tefek tartışmaları saymasam, en son 14 yaşlarında annemden dayak yemiştim. Sebebini tam olarak hatırlamıyorum (hatırladığım sebebi de yazmak istemiyorum!) ama, annem beni döverken yerimden hiç kıpırdamamıştım. Sinirimden dişlerimi sıkıp sesimi yükselttiğimi hatırlıyorum sadece. Annem yıllar sonra kız kardeşime bu olayı anlatırken “O sinirle bana vuracak ve benim ana kalbimi incitecek diye çok korktum” demiş. Bunu söylerken ana yüreğinin gözyaşına dönüştüğünü söylememe gerek yok. Lise yıllarımda hep gurbette olduğum için annemle sürekli mektuplaşırdık. Annem bana, uzun uzun ve dualarla dolu, mektuplar yazardı. Bende anneme yazardım duygularımı. Mürekkep kalemde duyguya dönüşür, sayfalarca mektup halinde Almanya – Türkiye arasında gidip gelirdi. Ben, “dua et ey nurlu ağız, dualardadır tesir” diye bitirirdim mektuplarımı. Bu mısraların kime ait olduğunu hala bilmiyorum. Bugün anneme mesaj yazacak olsam bazen mesajın sonuna aynı mısraları eklerim. * * * * * * Hadi diyelim ki siz annenizi öldürmeyi hiç düşünmediniz. Şimdi de evladınızın yüzüne bakarak düşünün. Acaba sizin çocuğunuz elinde bıçakla üstünüze yürüse ne hissedersiniz? “Ayaklarının altında cennetin varlığını” bize müjdeleyen bir Peygamberin müjdesinden bihaber yetişen nesiller yüzünden daha neler duymak zorunda kalacağız. Anne katillerinin çoğalması hiç hayra alamet değil. Allah sonumuzu hayreylesin. 
Sait ÇAMLICA 
Eğitimci – Yazar 

Zeki çocuklar yetiştirmenin püf noktası
Zeki insanların doğuştan getirdikleri bir sırları var mıdır? Bir insan doğuştan zeki olduğu için okulda ve hayatta daha başarılı olur mu? Yapılan bir araştırmaya göre insanların %95’i orta bir zekaya sahiptir. Geriye kalan % 2.5’i ileri zekalı, % 2.5’i geri zekalıdır. Şu anda bu yazıyı okuyan / okuyabilen hiç kimse geri zekalı değildir. Geri zekalı olsaydı bu yazıyı okumaz / okuyamazdınız. Hepimiz ya orta bir zekaya sahibiz ya da ileri bir zekaya… Zekanın derecesi değil benim bu yazı da sizlere anlatmak istediğim asıl mesele. Bugün sizlere, zeki çocuklar yetiştirmenin çok basit bir “püf” noktasından bahsetmek istiyorum. * * * * * * * Zeki çocukları yetiştirmenin “püf noktasını” anlatmadan önce sizlerle “püf noktası” deyiminin hikayesini paylaşayım. Püf Noktası Vaktiyle testi ve çanak-çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona: “Sen daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor” dermiş. Ustasının bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta, “Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır” demiş. Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve, “Haydi” der, “geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.” Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada "püf!" diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın “püf!” denilen noktasını öğrenmiş olur. Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra “püf noktası!” denilmeye başlanır. Onca emeğe rağmen küçük ve basit görülen hava kabarcıklarını patlatmayı ihmal etmek tüm emekleri yok ediyor. Basit fakat etkili bir yöntemle tüm emek zayi olmaktan kurtuluyor. * * * * * * * Çok daha zeki çocuklar yetiştirmenin sade ve basit bir sırrını vereyim sizlere. Anne veya baba çocuklarına hitap ederken, onlarla konuşup onları severken sürekli “Benim oğlum çok akıllı!”, “Benim kızım çok zeki!” diye onları severse çocuklar daha zeki oluyorlar. “Bu kadar basit mi yani?” diye düşünebilirsiniz. Ancak kendinizi, henüz okula başlamamış, küçük bir çocuğun yerine koyun. O çocuk için bu dünyada her şeyin en iyisini ve en doğrusunu bilen sadece iki tane insan vardır. Biri annesi diğeri babası… Bu iki insan ne derse doğrudur. Hiç kimse bir çocuğa anne ve babasının söylediklerinin aksini kabul ettiremez. Tam aksi ifadelerin çocuk üzerindeki etkisini de düşünebilirsiniz. “Sen ne kadar aptal bir çocuksun” sözünü, annesinden sürekli duyarak büyüyen bir çocuk içinden, “Annem bana aptal diyorsa mutlaka bir hikmeti vardır!” diye düşünmez mi? Sürekli babasından “sen ne kadar geri zekalısın!” sözünü duyan bir çocuk, “babam bana geri zekalı olduğumu söylüyorsa mutlaka bir bildiği vardır” diye düşünmez mi? Bu yaklaşım tarzına “kendini doğrulayan kehanet!” deniyor. Psikolojik kavramlar içerisinde en çok sevdiğim kavramlardan bir tanesidir. Çocuklarınızın daha zeki olmasını istiyorsanız onlara bunu sürekli söyleyin. Sizin her dediğinizi mutlaka inanırlar. Onları zeki olduklarına inandırın yeter. 
Sait ÇAMLICA 
Eğitimci – Yazar 

Korku filmlerini seven çocuklar sizi korkutmuyor mu? 
Bir dershanenin rehberliğine bakan bir öğretmen arkadaşla sohbet ediyorduk. Altı ve yedinci sınıflarda okuyan öğrencileri biraz rahatlatmak için sinemaya götürmeye karar vermişler. Çocukları götürmek istedikleri filme karar vermeden önce, sınıflara giderek hangi filme gitmek istediklerini sormuşlar. İlköğretim çağlarındaki çocukları sinemaya götürmeye niyetlenen her yetişkin gibi, arkadaşımın da kafasında çocukları “çizgi film tadında” çocukça bir filme götürmek varmış. Çocukların önemli bir kısmı korku filmlerinin isimleri sayarak “korku filmine gidelim hocam!” demeye başlayınca arkadaşım şaşırmış. Siz olsanız şaşırmaz mısınız? “Çocuk sineması” sektöründeki tüm gelişmelere rağmen, çocuklar korku filmlerini tercih ediyor. Rengarenk çizgi karakterler, özel animasyonlar, Bilgisayar destekli görüntülerle tam anlamıyla görsel bir şölen haline getirilen çocuk sinemasına rağmen, çocuklar korku filmlerine yöneliyor. Korku ve vahşet dolu korkunç sahneleri seyretmeyi, animasyonlarla eğlenmeye tercih eden çocuklar, biz yetişkinleri hem düşündürmeli hem de korkutmalı. Mevlana, “Koyunun kurttan korkmasına şaşılmaz. Asıl şaşılacak şey koyunun kurda gönül vermesidir” Korku filmlerinden korkan çocuklara kimse şaşırmaz. Asıl şaşılacak şey korku filmlerinden korkmayan, daha da kötüsü korku filmleri izlemekten keyif alan çocuklardır. Çocuklar artık çocuk filmlerini değil korku filmlerini sevmeye başladı. Korkmamızı gerektiren şey çocukların bu filmleri seyretmesi veya seyretmekten keyif alması değil sadece. Korkulacak asıl mesele, insanın görerek öğrenmesidir. İnsan gördüklerini öğrenir, öğrendiklerini uygular. İnsanın yaşı ne kadar küçükse o kadar çabuk ve kalıcı öğrenme gerçekleşir. Uçarak insanları, hatta sık sık dünyayı kurtaran çizgi kahraman Süperman hayranı çocukların, camdan veya balkondan kendini boşluğa bıraktıkları ile ilgili haberler zaman zaman medyaya yansıyor. Üzerinde çok düşünmediğimiz haberler bunlar. Bir yetişkinin bir sahneyi izlerken algıladıkları ile bir çocuğun aynı sahneyi izlerken anladıkları arasında çok fark var. Süperman taklidi yaparak kendini camdan aşağı atan bir yetişkin olmamıştır. Ancak çocukların filmlerdeki sahneleri, hayal dünyalarında ne kadar gerçekmiş gibi algıladıklarını anlamak zorundayız. Çocukların gördükleri (seyrettikleri) her şeyden ne kadar çok etkilendiklerini, gördüklerini (seyrettiklerini) ne kadar çabuk taklit ettiklerini anlamak zorundayız. Süperman hayranı ve taklitçisi çocuklar sadece kendilerine zarar verir. Tabi birde ailelerini üzerler… Korku filmleri izleyerek büyüyen çocuklar, görerek öğrendiklerini taklit etmeye başlarsalar ne olacak? Abarttığımı düşünebilirsiniz. Ancak batı ülkelerinde yaşanan çok acı gerçekler var. Birçoğunun medya’ya yansımadığını biliyorum. Kendisini terk etmek isteyen kız arkadaşını öldürüp, etlerini pişirip yiyen gençler cani olarak doğmadılar. Bir zamanlar küçük bir çikolatayla mutlu olan çocuklar, son model cep telefonlarına rağmen artık mutlu olamıyorlar. Bu hale nasıl geldiklerini anlayabilen oldu mu? Korku filmlerinde gördüklerini çocuklar uygulamaya başlarsa “Nasıl bu hale geldik?” sorusunu sormak için çok geç kalmış oluruz. “Edepsiz kişi sadece kendini değil, dünyayı ateşe verir” diyen Mevlana, kötü ahlak ve kötü davranışların huy (alışkanlık) haline gelmesinin sadece kişiye değil, topluma da zarar verdiğini anlatmaya çalışıyor. Korku filmlerini seven çocuklar sizi korkutmuyor mu? Ne yalan söyleyeyim beni korkutuyor. 
Sait ÇAMLICA 
Eğitimci – Yazar 

Okullarda şiddet neden artıyor? 
Bu toprakların son kırk yıldır hiçte yabancısı olmadığı bir konu “Öğrenci kavgaları”. 1980 öncesi “ideolojik” kavgaları üniversiteler de gördük. Bu günün kırklı yaşlarını aşmış anne babaları bu sürecin içinde yaşadı. Kimi kavganın içinde kimi dışında olsa da… Sonra bir “düdük” çaldı. Nasıl olduysa kavgalar bitti! 1990’lara kadar “ergenlik ateşinin” kıvılcımlarıyla başlayan öğrenci kavgaları dışında pek kavga olmadı okullarda. “Gençtir, delikanlıdır, ergenlik dönemini atlatsın bu kavgalardan da vazgeçer, yaptıklarına da pişman olur!” diye düşünen büyükler fazla ciddiye almadılar bu kavgaları. Haksız da değildiler aslında. Lise sıralarında ki “kanı deli” gençler, okulu bitirip kanları durgunlaşınca “hayat kavgasının” içinde buldular kendilerini. Ve bugün… 2000’li yıllarda “okullarda şiddet” başlıklı haberleri daha sık okumaya başladık. İlköğretim öğrencilerinin kanlı bıçaklı kavgaları hem de. Her geçen gün artan bir şiddetle devam eden kavgalar. Bu kavgalar “düdük” sesiyle kesilecek, “ergenlik ateşinin sönmesiyle” bitecek yaklaşımıyla açıklanamayacak kadar ciddi kavgalar olmaya başlayınca, hepimiz tedirgin olduk. İki anne düşünün, sabah erken saatlerde çocuklarını giydirip, kahvaltılarını yaptırdıktan sonra dualarla okula gönderiyorlar. Aynı günün akşamında annelerden birisi evladını toprağa, diğeri cezaevine gönderiyor. Her gün okul yollarını gözledikleri çocukları, hem kendi geleceklerini, hem ailelerinin umutlarını, hem annenin yüreğini yakıyor artık. Annelerden birisi gözyaşlarını soğuk toprağa akıtırken, diğeri buz gibi parmaklıklar arasında eriyen evladına yanarak gözyaşlarını cezaevinin koridorlarına akıtıyor. Geçen hafta, kendisine dayak atan öğretmeninden intikam almak isteyen bir öğrencinin öğretmenlerin çayına kattığı zehir haberi, tüm haber sitelerinde yayınlandı. Sorunun sebep ve sürecini tartışmak niyetinde değilim. Çocukların yaptıkları birkaç olayı tartışmak değil niyetim. Çocukların iç dünyaları üzerine düşünmek zorundayız. Neden ve nasıl bu hale geldik? Bu çocuklar niye bu hale geldi? Anaların yüreği ne zaman “okul sıralarında” kor haline dönüşmekten kurtulacak? Suçlu kim? Sorun ne? Çözüm ne? 1990’lı yılların başında “nereye gidiyoruz?” diye sormadığımız için, bugün “nereye geldik?” sorusunu sormak zorunda kaldık. Okullarda “şiddet” başlıklı yazılar “vahşete” dönüşmeden aklımızı başımıza almak zorundayız. * * * * * * Hangi davranışı nasıl kazandığımızı çoğu zaman hatırlamayız bile. Bir büyük ya da yaşlı geldiği zaman ayağa kalkıyorsunuz. Bunu nerden öğrendiğinizi hiç düşündünüz mü? Bu soru sorulduğu zaman genelde “Biz böyle gördük!” cevabını veririz. Kalın yazdığım cümleye dikkat edin “gördük!” diye bitiyor, “duyduk” diye değil. İnsanın en iyi ve kalıcı öğrenme metodu “görerek “ öğrenmektir. Şimdi ki gençler, bulundukları yaşa kadar ne görüyorlar? Gördükleri sahnelerin hayatlarında ne kadar etkili olacağını hiç düşündünüz mü? Çocukları suçlamadan önce çocuklara gösterdiğimiz fotoğrafları düşünmek zorundayız. Medyada, ailede, sokakta, trafikte görülen şiddet önce taklit ediliyor sonra davranışa dönüşüyor. Medyada etkili ve yetkili olan çocuklar değil ki! Ailede şiddeti başlatan yada uygulayan da çocuklar değil! Sokakta ki şiddetin sebebi veya suçlusu da çocuklar değil! Trafikte şiddette ise hiçbir suçları yok! Tüm bunlara rağmen şiddet uygulayan veya şiddeti okula sokan çocuklara kızıyoruz. Biz büyükler çocuklara ne gösteriyoruz ki, onların uygulamalarından şikayet etmeye hakkımız olsun. Okullarda ve çocuklarda şiddetin azalması için hepimize görev ve sorumluluk düşüyor. Her yerde ve herkeste şiddeti gören çocukları şiddetten uzak tutmak kolay olmayacak. Unutmayın! Çocukları düzeltmek için onlara gösterdiğimiz fotoğrafları düzeltmek zorundayız. Çocuklar görerek öğrenir. 
Sait ÇAMLICA 
Eğitimci – Yazar 

Gençleri anlamıyorsanız niye yaşıyorsunuz ki? 
“Bizim zamanımızda böyle miydi?” diye başlayan cümleleri hiç sevmiyorum. Bu cümleden sonra gelen cümleleri, sadece bir “nostalji” olarak dinlenmeye değer buluyorum. Hatıralarını, gençliğine dair özlemlerini anlatırken kullanıldığı zaman bir itirazım olmaz. Ancak gençlere kızmak veya nasihat etmek için yapılan bir konuşmanın başına getirilirse devamı bana anlamsız geliyor. “Şimdiki gençler adam olmaz!” diye devam edilirse daha çok kızıyorum. “Ben bu gençleri adam etmeyi başaracak kadar adam değilim!” cümlesini kurması gereken bir insanın kendini kurtarma cümlesi olarak görüyorum, “bu gençler adam olmaz!” cümlesini. Çocuklara ve gençlere karşı sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirdiğini düşünen anne babaların ilginç savunma yöntemleri var! Dünyanın hiçbir pedagoji kitabında rastlanamayacak kadar ilginç savunma taktikleri geliştiriyoruz. “Saçımı süpürge ettim…” diye konuşmaya başlayan annelere, “Eğitimin saçını süpürge etmek olmadığını” anlatmak zorundayız. “Yediği önünde yemediği arkasında…” diye kızan bir babaya, “burası Afrika değil ki! Hepimizin yediği önünde yemediği arkasında” demek lazım… “Ben yoksulluk çektim onlara çektirmedim…” diye evladına sitem eden bir baba, Allah’ın kendisine bolca verdiği nimetleri oğluyla paylaştığını unutuyor galiba. “Senin baban da var mıydı ki sana versin?” diye sorsanız ne der acaba? Farkındaysanız sürekli gençlerin davranışlarından veya ahlaklarından şikayetçi olan anne babalar, onların nasıl eğittiklerinden (eğitemediklerinden) değil, nasıl doyurup büyüttüklerinden bahsediyorlar. * * * * * * Hayvanlarda yavrularını doğuruyor, doyuruyor ve büyütüyor. Kediler yavrularını yalayarak temizliyor. Hazır bez kullanmıyorlar yani! Aslanlar “avlanmayı”, ceylanlar “av olmamayı” öğretiyor yavrularına. Kuşlar uçmayı, tavşanlar hızlı koşmayı öğretiyor. Hatta bazı hayvanların yavrularına yaptıklarını hiçbir insan evladına yapamaz. Yavrusu hayatta kalsın diye kendisini ona “yediren” örümcek türleri var. Yavrularını ve yuvasını korumak için, kendisini hayatta tutan “iğnesini” düşmanına batırıp, “kendini feda eden” arılara ne dersiniz? Hayvanlar aleminde ki bu müthiş fedakarlıklara rağmen, dünya tarihine geçmiş, dünya tarihini etkilemiş bir hayvan hikayesi yoktur. Doğurmak, doyurmak ve büyütmek yaşamın temel kuralıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran tek özellik eğitimdir. Gençleri büyütürken değil, eğitirken yapmış olduğumuz hataların suçunu onlara yüklemeye hakkımız yok. * * * * * * “Gençleri anlamıyorsanız niye yaşıyorsunuz ki?” gibi bir cümle kurmamın yanlış olduğunu düşünerek bana kızabilirsiniz. Bana itiraz etmek kolay. Ben sizi ikna edemeyebilirim. Hz. Ali bu konuyla ilgili çok daha sert bir ifade kullanıyor. “Gençliği anlamıyorsanız bu dünyada ki işiniz bitti demektir” diyen Hz. Ali’ye de itiraz edebilir misiniz? Asıl yapmamız gereken şey “itiraz etmek” değil, “itiraf” etmektir. Biz büyükler bu çocukları adam etmeyi başaramadık! “Hatanın neresinden dönülse kardır” Bundan sonra hatalarımızı düzeltmek için çabalamalıyız. Anlamadığınız bir topraktan verimli bir ürün elde etmek ne kadar zorsa, anlamadığınız bir nesli adam etmekte (!) o kadar zordur. Doğru tedavinin birinci şartı, doğru teşhistir. Gençleri anlayın! 
Sait ÇAMLICA 
Eğitimci – Yazar 

Tüm sorumluluğu okula yükleyen velilere ibretlik ders 
Sorunlu öğrencilerle uğraşmak her eğitim kurumu için sıkıntıdır. Öyle öğrenciler olur ki her öğretmenle sorun yaşar. Sorunlu öğrenciler bilmeseler bile, şöhretleri (!) öğretmenler odasında da devam eder. Hatta şöhretleri o kadar yayılmıştır ki idareciler bile tanır onları. Yaramazlıklarıyla şöhret olmuş öğrenciler değil bugün yazacaklarım. Problemli öğrencileri değil problemli velileri ve bu velilere karşı alınmış bir tedbiri aktaracağım sizlerle. Eğitim kurumunda, hem sınıf arkadaşlarına hem öğretmenlerine hem de idarecilere sorun çıkartan öğrencilerin velileriyle görüşme yapınca, öğrenciye çok fazla kızamıyorsunuz. Çünkü veli ile tanışıp konuşunca, gerçek suçlunun kim olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Öğretmen arkadaşlarım defalarca şahit olmuştur buna benzer velilere. Öğretmenlerin gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen, çocuğunun başarılı olması için kırtasiye malzemelerini alıp eğitim masraflarını ödediği için tüm sorumluluklarını yerine getirdiğini sanan anne babalara ibret olacak bir “telesekreter mesajını” paylaşacağım sizlerle. Olay California’daki Pacific Palisades adlı okulda yaşanıyor. Burada okuyan çocukların velileri, bütün okulu ve öğretmenleri dava ediyor. Çünkü bütün dönem boyunca 15 ile 30 gün arasında devamsızlık yaptıkları halde çocuklarının derslerden kalmalarını kabul etmiyorlar… Velilerin neredeyse tehdide varan itirazlarıyla baş edemeyen okul yönetimi, en sonunda telesekreter mesajını aşağıdaki şekilde değiştiriyor ve “yılın telesekreter mesajı” ödülünü kazanıyor. “Merhaba! Pacific Palisades’e hoş geldiniz. Bu bir otomatik mesajdır. Lütfen seçenekleri tek tek dinleyerek istediğiniz departmanla ilgili tuşa basınız. Çocuğunuzun neden devamsızlık yaptığı konusunda yalan söylemek için 1′e, Çocuğunuzun neden ödevlerini yapmadığı konusunda yalan söylemek için 2′ye, Bizim hangi konularda işe yaramadığımızı belirtmek için 3′e, Evinize gönderilen ve alıcı imzanız üzerinde olduğu halde almadığınızı iddia ettiğiniz uyarı mektupları için 4′e, Müdür ve diğer yetkililere küfür etmek için 5′e, Çocuğunuzu her sabah en az 10 dakika bekleyen okul otobüsü hakkındaki şikayetleriniz için 6′ya, Süper kabiliyetli mükemmel çocuğunuzun, beceriksiz (!)öğretmeninden yakınmak için 7′ye, Bıraksanız bütün okulu yiyecek çocuğunuzun yetersiz bulduğu okul mönüsünden şikâyet etmek için 8′e basınız. Çocuğunuzun gerçek bir dünyada yasadığının farkındaysanız ve sorumluluk almayı öğrenmesini istiyorsanız, bunun için de ona verilen ödevleri zamanında ve tam olarak yapmasının çok önemli olduğuna inanıyorsanız, ayrıca eğitimin ilk önce ailede başladığının bilincindeyseniz, artık telefonu kapatabilirsiniz… İyi günler dileğiyle… * * * * * * İkinci dönem dersleri başlıyor. Çocuğunuzun birinci dönem derslerinden memnun değilseniz çocuğunuzun hatalarından önce kendi hatalarınızı gözden geçirin. Çocuğunuzun okuldan aldığı karne, sadece çocuğunuzun karnesi değil aynı zamanda anne babanın da karnesi sayılır. Kendi karnenizdeki zayıfları düzeltmeden çocuklarınızın karnesindeki zayıfları düzeltmeye çalışırsanız, yılsonu karneniz yine zayıflarla dolu olur. Unutmayın ki, çocuklar ayak izlerinizi takip eder.
Sait ÇAMLICA 
Eğitimci-Yazar

 
SAAT
 
HABERLER
 
ÇOCUK İŞTE
 
POQbum .com Graphics
POQbum .com Graphics
ERBAA İMAM HATİP LİSESİ
 

 
Bugün 3 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol